5 Nisan 2013 Cuma

Karanlık Maddeye(Dark Matter'a) bir adım daha (mı) yaklaştık (?)

3 Nisan 2013'de Nasa'nın yapmış olduğu "Karanlık Madde" açıklaması dünya kamuoyunda büyük ilgi gördü, tabii Türkiye'de de... Ancak ne yazık ki iç medyamızda bu konu belirsiz ve yüzeysel ifadelerle geçiştirildi, dolayısıyla daha detaylı bir metni Türkçeye çevirme gereği hissettim

Karanlık Maddeye(Dark Matter'a) bir adım daha (mı) yaklaştık (?)

NASA, Uluslararası Uzay istasyonunda yapılan 2 milyar civarında parçacık fiziği deneyi üzerine bir basın demeci düzenledi. Mevzu, Alpha Magnetic Spectrometer aracı ile alınan ilk veriler üzerindeydi. Bahsi geçen AMC aracı özetle; uluslararası uzay istasyonunun son model bir kozmik ışın parçacığı detektörüdür.

Bu karmaşık ifâdenin ne anlama geldiğini "American Association for the Advancement of Science" da düzenlenen bir bilim toplantısında Samuel Ting şöyle ifade etmiştir; "bu keşif, her ne kadar karanlık madde üzerine yapılan çalışmaların nihai bir yanıtı olmasa da karanlık maddenin doğasını anlamaya yönelik bir adım daha atmış olduk"

Ting, 2010 yılında BBC'ye verdiği bir röportajda AMS için şunları ifâde etmiştir.  "Bu sahip olduğumuz ilk parçacık fiziği detektörüdür. Dolayısıyla yepyeni bir ilm sahasına girmiş olmaktayız. Bu icât ile saptayabileceğiniz şeylerin neler olduğunu tahmin etmek hayli güç.  AMS pratikte de sınırsız enerjinin parçacıklarını saptayabilir." Bunlara ek olarak Ting, AMS'nin "saptanması hayli güç olan karanlık maddeyi de bulabileceğini" ifâde etmiştir.

AMS'nin temel fonksiyonlarını şöyle özetleyebiliriz; AMS uzayın derinliklerinden yüksek enerjili parçacıkların örneklerini toplamaktadır. Kendi selefi aletlerden 100 kat daha hassas bir alıcıdır. Aslında spektrometre yeni bir icât olmamakla birlikte uzunca zamandır bilim adamları tarafından kullanılmaktadır. Ancak bu aleti diğerlerinden ayıran en önemli işlerliği AMS'nin, dünya alçak yörüngesine(2000 km'dan aşağı olan yörüngelere) superconducting magnet(büyük çaplı elektromanyetik dalga yaratabilen bir eloktromıknatıs) alabilen ilk alet oluşudur.

AMS, 56 bilim grubu tarafından, 16 ayrı ülkede, U.S. Department of Energy Office of Science sponsorship organizatörlüğünde, test edildi ve kullanıldı.

Uluslararası Fizik Komünitesi AMS'nin evrenin henüz açıklanamamış sorularına(kozmosun geleceği gibi) yanıt bulabileceğini ummaktadır.



http://www.dailygalaxy.com/my_weblog/2013/04/nasa-to-livestream-dark-energy-discovery-today-1.html?utm_source=feedburner&utm_medium=feed&utm_campaign=Feed%3A+TheDailyGalaxyNewsFromPlanetEarthBeyond+%28The+Daily+Galaxy+--Great+Discoveries+Channel%3A+Sci%2C+Space%2C+Tech.%29  (Konu bütünlüğüne bağlı kalınara Türkçeye çevirilmiştir)


26 Ekim 2012 Cuma

Melanizm

Kara Panter; melanizm için iyi bir örnek.
Melanizm(melanism); kara renkli pigmentin deride çoğalmasına verilen addır ve albinism'in(aklaşma) tam tersidir. Yanısıra bazı kara noktalar ve çizgiler biçiminde gözlenen Pseudo-melanism(yalancı melanizm) de melanizm'in bir türüdür. Şayet bir canlıda melanin pigmentlerinin hiç olmayışı yahut azalması meydana gelmişse bu durum amelanism olarak adlandırılır. Bu durumda canlıda belirgin bir aklık-beyazlık gözlemlenir.

ADAPTASYON

 Melanizm canlıların adaptasyon süreci ile de ilişkilidir. Canlılar hayatta kalabilmek ve tür devamlılıklarını sağlamak için çevresel koşullara her anlamda ayak uydurma yükümlülüğündedir. Melanism ise adapte edilebilir yani uyarlanabilir bir özelliktir. Böylece gece karanlığında iyi bir avcı olan panter, karanlıkta siyah rengiyle iyice kamuflaj olabilmektedir. Uyarlanabilen-adapte edilebilen melanizm kalıtsaldır. Fenotip(kalıtımla oluşan dış görünüş) içerisinde bulunan dominant bir gen kendini tamamiyle ya da bir miktar açığa çıkarır ve bu da bol miktarda melanin'e neden olan şeydir.

Uyralanabilir melanizm çeşitli birçok canlıda kendi göstermektedir. Örneğin; bazı sincaplar, kedi - köpekgillerde ve bazı mercan yılanlarında. Bu uyarlanma aynı tür canlılalar içinde farklı dış görünüme sahip canlıların ortaya çıkmasına neden olabilir.


Solda bilindik bir jaguar varken sağda bulunan jaguar melanistic bir jaguar olup güney afrikada %6 oranında görülmektedir.

 

   

 

ENDÜSTRİYEL MELANİZM


Endüstriyel melanizm uyarlanabilir melanizme bilindik bir örnektir. Endüstriyel kirlilik sonucu, dolayısıyla insanoğlunun müdahaleseyle gerçekleşmektedir. Fabrikaların doğaya saldığı is ve duman çevreye öylesine yayılmaktadır ki bazı durumlarda bölgedeki çevresel şartları tamamiyle değiştirmektedir. Bu durumda bölgedeki canlılar da bu değişime ayak uydurmak zorunda kalmaktadır aksi hâlde diğer canlılar tarafından öldürülme riskine girer. Çevresel koşulları nedeniyle formda değişim gerekliliği bilgisi canlının gen havuzuna aktarılır ve gelecek nesillere geçirilir böylece canlılar tarafından zamanla bölge koşullarına tam uyumluluk sağlanır. Endüstriyel melanizm'e en bilindik örneklerden biri İngilteredeki Peppered Güveleridir. Endüstri devrimi ile birlikte doğaya salınan çok miktarda duman ve bıraktıkları is yüzünden birçok ağaç renk değiştirmiş ve siyaha dönmüştür. Bu ağaçlarda yaşan güveler, avcılarına karşı açık bir hedef haline gelmemek için bölge şartlarına ayak uydurmuştur ve melanik olmuşlardır(kararmışlardır). Ancak endüstriyel kirlilik canlı yaşamı için büyük bir risk oluşturduğundan 1956 da İngiltere de "temiz hava" hareketine girişilmiştir. Bu önlemlerle birlikte çevresel kirlilikte azalmıştır böylece çevredeki ağaç ve diğer bitkiler doğal renklerine geri dönemeye başlamıştır. Bu durumda, bölge şartlarına ayak uydurmak için kararan güveler şimdi yeniden beyazlaşmak-aklaşmak zorunda kalmışlardır ve bu süreç periodoik olarak gözlemlenmiştir.


Soldaki resim 1960 lardan sonra düşen kirlilik ile paralel olarak azalan melanik güve sayısının grafiksel izâhıdır.





Sağdaki resimde düzelen çevre koşulları ile birlikte beyaz forma dönüşen bir güve ile yan yana melanik bir güve görünmektedir. Ak bir ağacın gövdesine bulunan aynı türün bu iki elemanı arasında beyaz olanın kamuflajı çevreye ayak uydurduğundan, dolayısıyla avcılardan daha iyi gizlenebildiğinden ötürü bu bölgedeki güvelerde  dış görünüm ya da kamuflaj beyaza eğilimli olarak artacaktır.



BAĞIŞIKLIK SİSTEMİNDE MELANİN

Melaninin fiziksel olarak canlıların sağlığı üzerinde birçok etkisi vardır. D vitaminini sentezler, zararlı ultraviyole ışıklarından korur. İnsanlarda özellikle afrika siyahi ırkında bol bulunan melamin bölge insanının zararlı güneş ışınlarından korunması için oldukça önemlidir. Yanısıra D vitamini bağışıklık sisteminin değişik aşamalarında "ayarlayıcı" görevi görmektedir. Kedigillerde melanism genlerinin viral enfeksyonlara daha dayanklı olduğu düşülmektedir. Belki de viral salgınlanlar Cava ve Malezyadaki karapanterlerin yaygınlığının sebebidir. Bilim çevresi canlılar tarafından melenizm'in çevresel koşullardan daha çok bağışıklık sisteminin kararlılığı için seçildiğine de günümüzde olası bakmaktadır.


Kaynaklar

1- http://en.wikipedia.org/wiki/Melanism  --Konu bütünlüğü büyük bölümüyle Türkçeye çevrilmiştir--

2-Coursera.org - Introduction to Genetics and Evolution

5 Eylül 2012 Çarşamba

Evrenimiz Nasıl Son Bulacak ?

İçinde yaşadığımız, muazzam büyüklükte, biricik evrenimiz... Bildiğimiz tüm fizik yasalarını, sayısız galaksi ve yıldızıları, biz ve tüm olası yaşam formlarını içinde barındıran, evimiz. Evren denilince aklımıza kafamızı kaldırıp yıldızlara bakmak gelse de, içtiğimiz sudan tutun karnımızı doyurduğumuz yiyecekler, aldığımız soluğa ve çektiğimiz karaciğere kadar her şey aslında evrenle iç içedir. Bizim biricik, tek varlık alanımız; evren. Ancak ne yazık ki bir gün tıpkı bizler gibi ölecek. Bu bir kâhinin kehaneti de değil, çok ciddi bilimsel öngörülerin sonucu. Evrenimizin nasıl son bulacağı üzerine ihtimallere değinmeden önce bu gerçeği nasıl keşfettiğimizi izâh etmem gerekiyor.

1920'lerden önce bilim dünyasının genel görüşü evrenimizin stabil olduğu yönündeydi. Yani evrenimizin sonsuzdan gelip sonsuza giden ve durağan bir yapıda olduğunu sanıyorduk. 1929'da Hubble teleskoptu ile yapılan gözlemlerle diğer galaksilerin bizden uzaklaştığını keşfettik. Peki galaksiler bizden uzaklaşıyorsa bundan milyarca yıl önce evrende, bu galaksilerin bizim galaksimize daha yakın olmaları gerekmiyor muydu? O halde stabil bir evren nasıl olabilirdi ? İşte bu sorgular neticesinde stabil evren fikri yıkılmış oldu. Evrenimiz tam anlamıyla dinamik bir yapıdaydı ve bundan milyarca yıl önce bu göktaşlarının birbirinin üstüne yığılmış olabileceği de ihtimal dışıydı. Böylece bu 1920 lerde ortaya atılan "başlangıcı olan evren" teorileri yeniden gündeme getirmiş oldu. Fizikçiler, uzaklaşan galaksiler bulgusundan yola çıkarak galaksilerin hızlarını incelediler böylece zamanı geriye sardılar, karışık matematiksel formüller yarattılar ve bigbang'in(büyük patlama) yaşını hesapladılar. İnsanlığımızın bu keşfi şüphesiz tüm insanlık tarihinin en büyük buluşlarından biridir.

Büyük patlama(bigbang) ve sonrasında büyük bir hızla genişleyen evrenimiz, ortaya çıkan ilk nesil toz bulutları ve bunların kütle çekim(gravity) ile içe çökerek yarattığı gök taşları, galaksiler.... Evrenimizin tarihini yazmak bilim insanları için hayli zevkliydi. Ancak neşeleri kaçıran bir gerçek vardı; eğer evrenimizin bir bebek gibi doğup, serilip serpiliyorsa peki neden birgün ölmesin ?

Evrenimizin Kaderinde Yanmak mı var Yoksa Donmak mı?

Bilim insanları evrenin bir miktar genişledikten sonra yeniden içe doğru çöküp en sonunda yanarak kül olacağını düşünüyorlardı. Bunu basitçe şöyle izah edebiliriz. Elinize bir elma alıp yukarı doğru atarsanız, bir süre yükseldikten sonra elma, kütle çekim etkisiyle yere doğru düşecektir. Evrenimizde tıpkı elma gibi bir süre sonra içe doğru çökmeliydi. İşte bu teori, "evrenin sonu" teorileri içinde en öncül olanlarındandır.  Bilim insanları galaksileri ve onlardan bize gelen ışıklar titizlikle inceledi ve bilim dünyasını hayrete düşüren bir gerçekle karşılaştılar. Evrenimiz gitgide daha da genişliyordu. Yani az önce havaya attığımız elma yere doğru düşmüyordu, aksine atmosferi aşmıştı ve istifini hiç bozmadan gidişine devam ediyordu. Ancak galaksiler birbirlerinden büyük bir hızda uzaklaşırken galaksilerin içindeki göktaşları uzayın sonsuzluğuna öylece saçılmıyor, sanki bir tutkalla yapıştırılmış gibi galaksinin içinde yörüngelerinde yüzüyorlardı. Böylece bilim insanlarının aklı daha da karışmaya başladı. Çünkü evrende bildiğimiz hiçbir madde galaksileri birarada tutacak kadar yoğunluk-kütle sahibi değildir. Evren neden bu kadar hızlı genişliyordu? Buna karşın galaksiler nasıl olurda dağılmadan durabiliyordu ?


Bilim insanları zeki kimselerdir, bunun nasıl gerçekleştiğini anlamak için hemen teoriler geliştirdiler ve kara madde(dark matter) ve kara enerjiyi(dark energy) buldular. Bunlara "kara" dendi çünkü gözlemlenemiyorlardı. Kara madde ışıkla bile etkileşime girmiyordu. Ancak bilim insanları bunun da üzerinden geldiler ve dolaylı yoldan gözlemlemeyi başardılar. Örneğin, ışığın yol üzerinde sapması ve bükülmesini gözlemleyerek karamaddeyi hatta bulunduğu yerlerdeki yoğunluğu tahmin edebildiler. Günümüzde hâlen kara maddeyi doğrudan gözlemlemek için dünyanın birçok yerinde araştırma merkezleri hergün çalışmakta. Dolayısıyla evrenimizin neden bu kadar hızlı genişlediğini ve galaksilerin neden dağılmadığını açıklayabilecek bir teori geliştirdik. Evrenin yüzde 74'nü kapsayan kara enerji galaksileri birbirinden itip uzaklaştırırken galaksilerin içine yığılmış, evrenin yüzde 22'sini kapsayan kara madde ise galaksilerin içindeki göktaşlarını bir arada tutkal gibi tutmaktadır. Böylece evrenin nihai kaderi için ikinci bir senaryo daha yazılmış oldu. Evren sürekli genişleyecektir ve bunun sonucu olarak yıldızlar kendi içlerindeki yakıtları sonuna kadar tüketecektir. Büyük yıldızlar daha fazla enerji harcadıkları için küçüklerden daha çabuk tükeneceklerdir ancak eninde sonunda küçük yıldızlarda tükenecektir. Galaksiler birbirinden gitgide uzaklaşıp yaşamlarını tükettikçe bir daha yıldızlı gökyüzü görünmeyecektir. Böylece evrenimiz sopsoğuk bir zifirikaranlığın içine gömülecektir.

Ancak hemen endişe etmenize gerek yok, bunlardan herhangi birinin bile gerçekleşmesi için bile milyar yıllar var. Dünyamızdaki canlı formunun devamının veya kalıntılarının bu kadar uzun süre var olabilme ihtimali çok ama çok küçük bir olasılıktır. Ancak gene de insan düşünmeden edemiyor. Evrenimizin bundan 40 milyar yıl sonra soğsoğuk bir zifirikaranlığın içine gömüldüğünü düşünün ve sanki sizde uzaktan izliyormuşsunuz. Evrenimiz içinde biricik dünyamızda yaşadığımız onca şey; bilimimiz, tarihimiz, teknolojimiz, sevinçlerimiz, kahramanlıklarımız... bu soğsoğuk zifiri karanlık içinde bir daha açılmamak üzere gömülüp gitti :) Bu açıdan bakınca insan ihtiraslarından soğuyor öyle değil mi?

Evrenin Kaderine Dair Alternatif Sonlar

Bahsettiğim 2 temel son senaryosunun yanısıra başka senaryolar da bulunmaktadır. Örneğin; genişleyen evrende uzay zamanda oluşabilecek bir yırtık sonucu kozmik bir felaket yaşanması gibi. Bazı son senaryoları ise bu yıkım senaryolarına nazaran daha umut vericidir.  Örneğin bir teoriye göre, evren sonuna doğru kütle çekimin etkisiyle içe doğru çökecek ve bu çöküntünün bir noktaya toplanması sonucunda evren Büyük Patlama anına geri dönecek böylece yeni bir bigbang yaşanacak ve yepyeni bir evren doğacak. Bunu bir canlının kalp atışlarına benzetebilirsiniz. Böylece evrenimiz salınarak sürekli yeniden doğacaktır.


Her ne olursa olsun, görünen o ki evrenimiz büyük ihtimalle bir zamanda bir yerde ölmek zorunda. Belki evrenimiz birgün yeniden doğabilir veya paralel evrenler ve bunların bağlı olduğu bir kozmik platform veya onun gibi bir şey varsa, her zaman bir yerde bir zamanda evrenler olacaktır.


3 Eylül 2012 Pazartesi

Evrenin Dört Temel Kuvveti

Evrenin gözlemlediğimiz dört temel kuvveti bulunmaktadır. Bunlar;

  • Strong nuclear force (Güçlü nükleer kuvvet) ya da strong interaction(güçlü etkileşim.
  • Weak nuclear force (Zayıf nükleer kuvvet) ya da weak interaction(zayıf etkileşim)
  • Electromagnetic Force (Elektromanyetik Kuvvet)
  • Gravitation (Kütle çekim)

 Bu kuvvetlere "temel" denilmesinin nedeni; evrenimizin bu dört temel kuvvet etrafında şekillenmesidir. Yani bu kuvvetler bir şekilde bir anda kapatılırsa var olduğunu bildiğimiz her şey bir anda birbirinden kopmaya ve parçalanmaya başlar. Tanım olarak ise; evrenin en temel yapı taşları olan temel parçacıkların (elementary particle) birbiriyle etkileşimi olarak ifade edebiliriz.





Kütle Çekim (Gravitation)

Kütle çekim, en bilindik temel kuvvettir. En basit ifade şekliyle, ayağımızı yerde tutan kuvvettir. Kütle Çekim'in ne olduğu ilk kez ciddi bir biçimde bir taslağa oturtan büyük Fizikçi Sir Isaac Newton'dur. Kendisi, cisimlerin kütlesine ve yoğunluğuna bağlı olarak yarattığı yörünge ve çekim kuvvetini ifade etmiştir ancak bunun nedenini açıklayamamıştır. Çünkü Newton'un uzay yapısında, uzay içindeki tüm cisimler üzerindeki etkiliyken, cisimlerin uzay örgüsü içinde bir etkisi bulunmamaktadır. Bu sır perdesini aralayan ise başka bir dahi, Einstein'dır. Genel Görelilik(General relavity) teorisi ile Einstein, büyük kütleli-yoğunluklu cisimlerin uzay-zamanı tıpkı bir çarşafı eğer gibi eğip-büktüğünü iddia etmiştir.(bkz soldaki resim) Böylece Newton'un uzay anlayışını değiştirmiş ve zaman kavramının uzayla kaynaşık olduğunu yani uzay-zaman'ı keşfetmiştir. Bu teoriye göre; cisimlerin yoğunlukları-kütlelerine göre cisimler uzay-zamanı bükerler, bu bükme ile etraflarında bir yörünge yaratırlar. Gene teoriye göre bükülme sonucu oluşan yörüngeler dalgalar hâlinde uzay zamanda sürekli dalgalanmaktadır. Kütle çekim en bilindik kuvvet olarak görünse de aslında tüm kuvvetler içinde en ilginç olanıdır çünkü kütleçekim diğer tüm kuvvetlerden katbekat daha güçsüzdür ve küçük ölçekte yani kuantum dünyasında ise pire gibi kalır. Şöyle düşünün; elinizi atıp masadan bir bardak kaldırmak hiçte zor bir şey değildir. Burada yaptığınız şey yerçekimine kendi kuvvetinizle karşı koymaktan başka bir şey değildir. Yanısıra ayağımızı basıp yeryüzü üzerinde durabilmemizin de nedeni yerçekiminin bu kuvvet seviyesidir. Durduruğunuz yerde zıpladığınızı düşünün, siz tam düşecekken bir anda dünyanın kütleçekimini oldukça artırırsak yeri parçalayıp merkeze doğru düşmeye başlarsınız. Ancak gerçekte bu böyle değildir ve yalnızca yere çarpıp durursunuz çünkü ayağınızda ve yerde bulunan elektronlar birbirini iter ve siz yere çarpıp durursunuz. Bu itme kuvvetinin, kütleçekimden daha güçlü olduğunu anlatan basit bir örnektir. Güncel fizikteki en büyük sırlardan birisi de kütle çekimin neden bu kadar zayıf olduğudur. Tüm kuvvetlerin bir taşıyıcı/iletici parçaçığı vardır. Kütle çekim'in taşıyıcı parçacığı ise teoriye göre "graviton" dur. Ancak graviton bu güne kadar hiç gözlemlenememiştir. Böylece konu daha da ilginçleşmekte. Kütle çekimin neden bu kadar zayıf olduğunu anlatan bir teori geliştirilmiştir. Bu teori, çoklu evren ve string teorisini de kapsamaktadır. Teoriye göre; gravitonun paralel evrenler arasında geçiş yapabileceği hesaba katılır. Bunun nedeni, hâlen keşfedilmemiş ve yalnızca teoride var olan "düğüm stringler" dir. Teoriye göre ucu açık stringler gibi bir paralel evrene yapışmayan düğüm stringler, diğer paralel evrenlere yolculuk yapabilir. Gravitonun esrarının bu olduğuna inanılmaktadır. Şayet birgün hadron çarpıştırıcılarında bir graviton gözlemler ve onun diğer evrene gidişinde yokoluşunu gözlemlersek bu konu üzerindeki sır perdesi en azından aralanmış olacaktır. Kütleçekimde önemli bir diğer nokta ise kütleçekiminin bizim için hayli kritik bir seviyede olduğudur. Eğer yerçekimi bundan daha kuvvetli olsaydı yani gerçekten kuvvetli, o halde bildiğimiz birçok nesne un ufak olacaktı. Veya dünyamızdaki yerçekimi biraz daha farklı olsaydı evrim sürecimiz daha da farklı işleyecekti ve boyutlarımız-beyinlerimiz belki de bu şekilde olmayacaktı. Kütle çekim bu kadar güçsüz olsa da büyük ölçekli dünyamızda yani gözle görebildiğimiz seviyeleri bu kuvvet yönetmektedir. Büyük ölçeklerde diğer kuvvetler, kütçe çekim gibi evreni domine edemezler. Yanısıra kütle çekimin "erişim alanı" sonsuz olarak ifade edilebilir.

Kuvvet, erişim alanı, taşıyıcı kuvvet, kütlesi ve spini gibi detaylar için soldaki resmi inceleyebilirsiniz.

Güçlü Nükleer Kuvvet (Strong Nuclear Force)

Atomun çekirdeği, proton ve nötronların birbirine sımsıkı tutunması ile meydana gelir.(bkz sağdaki resim) Proton + yüklüyken nötronlar yüksüzdür. Peki aynı yüke sahip protonlar nasıl olurda birbirini itmiyor, yüksüz nötronlarla nasıl bir arada sanki kancayla bağlamışlar gibi sımsıkı duruyor ? Bizi ve gördüğümüz her şeyi var eden atomlar nasıl olurda oluşmuş olabilir ? Bilim dünyası bu sorunun yanıtını "güçlü nükleer kuvvet" ile verebilmiştir. Güçlü nükleer kuvvetin ne olduğunu izah eden teori; Quantum chromodynamics'i yani kuantum renk dinamiğidir. Atomun çekirdeğini oluşturan proton ve nötronları da oluşturan parçacıklar vardır ve bunlara kuarklar denir. Kuarklar birbirine color charge(renk şarjı) ile tutunmaktadır. Kuarklar, birbirinin zıttı renklere sahip olan kuarklarla birbirlerini çekerler. (bkz; aşağı-sağ resim) Kuarklar arasındaki güç taşıyıcı/iletici parçacık ise gluon'dur. Gluon, adından da anlayacağınız üzere kuantum dünyasındaki bu güçlü etkileşimde "yapıştırıcı" görevindedir. Güçlü nükleer kuvvetin etki alanı, kütle çekimin aksine, mikroskopik çaplardadır. Bu çaplarda ise Eistein'in kütleçekimi açıkladığı genel görelilik teorisi işlememektedir. Mikroskopik boyurtların ilginç dünyasında işleyen mekanizma kuantum mekaniğidir.

Soldaki resimde, güçlü nükleer kuvvet hakkında kuvvet, erişim alanı, taşıyıcı partikül gibi özelliklerin detaylarını görebilirsiniz.



Zayıf Nükleer Kuvvet (Weak Nuclear Force)

Teorize edilmesinin asıl sebebi 1973 de gözlemlenen ve temel parçacıklar diziminde bulunan W ve Z bozonları arasında oluşan birbirleri ile değişim durumudur. Dolayısıyla W ve Z bozonları aynı zamanda, zayıf nükleer kuvvetin taşıyıcı/iletici parçacığıdır. Zayıf Nükleer Kuvvet kuark türlerinin birbirleri arasında değişimi ile görevlidir. (flavor of quark; üst - alt- garip - sevimli - en alt - en üst olarak katogorize edilmiş kuarklar bulunmaktadır) Bu ise evrenimiz için oldukça önemlidir. Bu önemi izah etmek gerekirse; eğer zayıf nükleer kuvvet olmasaydı p -> n geçişi olamazdı yani döteryum biçimlenemez ve döteryum füzyonu oluşamazdı. Bu da şu anlama geliyor ki güneşimiz şimdi ki gibi yanamazdı. Yanısıra Zayıf Nükleer Kuvvet sayesinde oluşan kuarklar arası dönüşümler nükleer partikül bozulması ile paralel olarak işlemektedir. Nükleer partiküllerin bozulması kuarklar arasında tür geçişleri ile mümkündür ve bu da Zayıf Nükleer Kuvvetin işlevidir. Radyoaktif bozulma, beta bozulmasında olduğu gibi zayıf nükleer kuvvetin işleviyle ortaya çıkmaktadır. Burada Zayıf Nükleer Kuvvet bir kuarkın bir diğer kuar türü/rengine ya da leptonun başka bir leptona dönüşümünden sorumludur ve bu sürece tür/renk değişimi (flavor changes) denir.

Zayıf Nükleer Kuvvetin sorumlu olduğu geçiş alanları yani lepton ve kuark değişimlerinde Güçlü Nükleer Kuvvet etkili olamaz çünkü  "Leptonların renkleri yoktur dolayısıyla Güçlü Nükleer Kuvvet ile idare edilmezler, nötrinoların ise şarjı yoktur yani elektromanyetik gücü tecrübe edemezler ama bunların tümü zayıf nükleer kuvvet/zayıf etkileşim e katılır(Griffiths) [1]

 Soldaki resimde, zayıf nükleer kuvvet hakkında kuvvet, erişim alanı, taşıyıcı partikül gibi özelliklerin detaylarını görebilirsiniz.


Elektromanyetik Kuvvet (Electromagnetik Force)

Elektromanyetizmayı; elektrik şarjı bulunanan parçacıklar arasında oluşan kuvvet olarak nitelendirebiliriz. Yükler arasındaki etkileşim pek bilindiktir, aynı yükler birbirini iter, farklı yükler birbirini çeker. Peki elektromanyetizma nedir ? Elektrik ile manyetik alan arasındaki ilişki ne anlama gelir ? Bu ikili arasındaki ilişki ilk kez Hans Christian Ørsted tarafından 1820 yılında, bir ders için hazırlık yaparken keşfedildi. Ørsted, mıknatısın yanından geçen elektriğin mıknatısın yönünü değiştirdiği gözlemledi. Böylece bu mesele üzerine çalışmalara başladı ve ilk temellerini attı. Elektrik ve manyetizma arasındaki gizemli ilişki Faraday'ın oldukça dikkatini çekmişti ve Faraday hayatının önemli bir kısmını bu ilişkiyi çözmek üzerine harcadı ancak önerilerini formülize edecek matematiksel birikime sahip değildi. Burada devreye Maxwell girdi ve Faraday'ın önerilerini büyük ölçüde formülize edip genişletti. [2] Bu temel kuvvet üzerinde çalışma yapan diğer bilim insanlarının da gayretleriyle 19. yy en büyük fiziksel ve matematiksel keşiflerinden biri yapılmış oldu. Elektrik ve manyetizma arasındaki bu ilişkinin keşfedilmesi aynı zamanda "ışığın" doğasını anlamamızı sağladı böylece ışığın bir elektromanyetik bir dalga olduğunu keşfedildi. Elektrik manyetizmayı, manyetizma ise elektriği üretmektedir bu ise saniyede ortalama 300.000 km ile olmaktadır ve bu sayı ışık hızının ta kendisidir. Böylece ışık hızı gözlemlendi ve ışığın elektromanyetizmanın görünen hâli olduğunu anlaşıldı. Bu büyük buluş Einstein'in Özel Görelilik'i keşfinin ilk yapıtaşlarını oluşturdu.

Manyetizmanın ve elektriğin iletici/taşıyıcı parçacığı fotondur(photon). Elektromanyetik kuvvet, atomları ve molekülleri bir arada tutmaktadır. Elektromanyetik kuvveti bu çekim ve itim gücü hakkında, elektromanyetik kuvvetin diğer 3 kuvvetten daha dominant/egemen olduğunu söyleyebiliriz. [3]

Soldaki resimde, elektromanyetik kuvvet hakkında kuvvet, erişim alanı, taşıyıcı partikül gibi özelliklerin detaylarını görebilirsiniz.




-----------------------

[1]: http://hyperphysics.phy-astr.gsu.edu/hbase/forces/funfor.html
[2]: http://www.youtube.com/watch?v=hbD7zC_NUHw
[3]: http://hyperphysics.phy-astr.gsu.edu/hbase/forces/funfor.html



29 Ağustos 2012 Çarşamba

Açık Ders Malzemeleri ve Türkçe Yayınları

Açık Ders Malzemeri (Open Courses Ware) oluşturma fikrinin ilk ayağı bir Alman üniversitesi olan University of Tübingen tarafından 1999 yılında başlatılmıştır. [1] Proje kapsamında, işlenen bir dersin, ders videoları - ders notları - ödevleri ... artık internet üzerinden açık kaynaklarda yayınlanmaktadır. Yaklaşık 10-12 yıldır, büyük üniversiteler (MIT gibi) "açık ders malzemesi" oluşturma projesi içine girmiş ve bu proje üniversiteler arasında hayli yaygınlaşmıştır. Bu proje, dersi alan öğrencilerin yararlanmasından ziyade "öğretim"in uluslararası alana yayılması için fevkalade güzel bir çalışma niteliğindedir. Üniversitelerin açık ders malzemerini üniversitelerin kendi sitelerinde bulabilirsiniz yanısıra izlencelerine de youtube üzerinden ulaşabilirsiniz. Örnek vermek gerekirse;


Yale Universitesi Açık Ders Malzemeleri; http://oyc.yale.edu/courses
MIT Açık Ders Malzemeleri; http://ocw.mit.edu/index.htm

Açık ders malzemesi oluşturma projesi uluslararası anlamda büyük önem kazanmıştır dolayısıyla artık birçok önemli üniversitenin açık ders malzemeleri mevcuttur.

Açık ders malzemelerinin Türkiye ayağı ise 2007 de Türkiye Bilimler Akademisi tarafından inşa edilmiştir. [2] Bu proje kapsamında büyük üniversitelerin (MIT - YALE gibi) açık ders malzemeleri titizlikle Türkçeye çevirilmiştir. Çevirilen malzemeler arasında ders notları-ödevler gibi yayınların yanısıra ders izlenceleri de vardır ve bu görsellere Türkçe dublaj yapılmıştır. Çeviri ve dublaj işini yapan kadro akademik kadro olduğundan ötürü, çevirilerde bir anlam kayması veya boğunuklu bulunmamaktadır.

Türkçe Açık Ders Malzemerine ulaşmak için bağlantıya tıklayınız; http://www.acikders.org.tr/

Türk Üniversitelerinde Açık Ders Malzemeleri oluşturma projesi hâlen pek yaygın olmasa da üzerine çalışmalar olmuştur ve bu çalışmalar sürmektedir.

------------------------------------
[1] : http://en.wikipedia.org/wiki/OpenCourseWare
[2] : http://www.acikders.org.tr/mod/page/view.php?id=714

25 Ağustos 2012 Cumartesi

Gerçek Nasreddin Hocayı Tanımak İster misiniz ?


Geçenlerde okuduğum bir kitap; Pertev Naili Boratav Hocanın Nasreddin Hoca kitabı. Başlığı "Gerçek Nasreddin Hoca" diye atmanın da bir nedeni var ancak yanlış bir anlaşılmaya sebep olmak istemem. Bugüne kadar okuduğumuz Nasreddin Hoca fıkraları genelde gerçek Nasreddin Hoca fıkralarıdır ancak bu fıkralar asıl Nasreddin Hoca fıkraları içinden seçilmiş ve sövgülerden arındırılmış olanlardan oluşmaktadır. Daha doğrusu bildiğimiz Nasreddin Hoca fıkraları yalnızca buzdağının görünen kısmıdır. Ne yazık ki Nasreddin Hoca zenginliğinin yalnızca birkaç parçasından faydalanabiliyoruz. Daha da kötüsü; Pertev Hocanın bu kitabı ilk çıktığında 11 yıl süreyle yasaklanmıştır. [1] Yasaklanmasının asli nedeni ise gerçekten yüz kızartıcı; "müstehcenlik". Bu yasaklamanın özünde yatan takoz zihniyet nedense sövgünün bir insani ve kültürel değer olduğunu reddetmekte, bugün bile. Konuyu dağıtmadan kitaba geri gelecek olursak; bu güne kadar bize tanıtılmak istenen "komik hoca" karakterinden ziyâde ve hayli zengin bir karakter olan Nasreddin Hoca'nın gerçek değerine ulaşabileceğimiz, muazzam güzel bir çalışma; Pertev Naili Hocanın Nasreddin Hoca'sı. Nasreddin Hoca'nın müstehcenliğinden bahs açmışken bir iki fıkra örnek vermeden geçmek olmaz, tabi ben fıkraları günümüz Türkçesine çevireceğim ve aklımda kalan ile yazacağım.

  • "Birgün Nasreddin Hoca pazar yerinde dolaşıyormuş. Bir şey almak için cebinden kesesini çıkarmış eline bir iki akçe almış. Bu esnada pazar halkı hep birden Nasreddin Hoca'ya bakmaya başlamış. Bunu gören Nasreddin Hoca pazar halkına bağırmış "Ne o ananızı sarraf mı sikti ? "
  • "Birgün Nasreddin Hoca camide eşek sikiyormuş. Bunu gören cami cemaatinden bir kimse hocaya "tüü! Utanmıyor musun ben adam bu edepsizliği camide işlemeye?" deyince Nasreddin Hoca hemen yanıtını vermiş "Elimde eşek olmayaydı gösterirdim sana camiye tükürmek ne demek"   
  • Bir gün Nasreddin Hoca yolda bir ölmüş tavuk bulup ittifak bunu yolar, ateşe koyup kebab eyler. Halk Hoca’ya aydurlar: “Hay Hoca! Bir murdar tavuk hiç yenür mi? Adem boğazlamadı.” derler. Nasraddin Hoca aydur: “Hey batıllar! Sizün boğazladuğunuz temiz dür de, ve sizin öldürdüğünüz temizdür de tanrı öldürdüği murdar mıdur” demiş. (syf 157) [2]


Bu ve benzeri birçok fıkra bulunduran Nasreddin Hoca kitabı bazı tutucu kesimlerinde de doğal olarak tepkiler almıştır. Tabi bu hiç kimseye bu eseri yasaklatabilme hakkını vermez.

Bu kitabı değerli kılan diğer bir özelliği ise günümüz Türkçesine çevrilmemiş olması. Latin alfabesine çevirilmiş ancak dönem Türkçesi günümüz Türkçesine çevirilmemiş, böylece fıkraların anlam zenginliği de okuyucu için korunmakta.

Kitapta dikkat çeken diğer bir yan ise Sarı Saltuh ile Nasreddin Hoca arasında geçen fıkralar. Bu fıkraların tabiatı nedeniyle Nasreddin Hocaya bir manevi karakter yüklenmekte. Bu fıkralarda verilen mesaj ise Nasreddin Hoca üzerinden anlatılan fıkraların batınına(karnına), iç anlamlarına dikkat edilmesi gerektiği yani tüm fıkraların iç manlarının olduğu gerçeği. Bektaşilik - Alevilik - Hurifilik gibi sufizm ekolleri her zaman batın(karın) yani iç olana nazar ederler, anlamı-mânayı ararlar. Kanımca bu fıkraların hepsi de bu muazzam mana deryasının dolularıdır. Kitapta var olan fıkralara ya da yukarıda verdiğim örneklere bakarak "Efendim Nasreddin Hoca hayvan istismarı mı yapıyordu?" demek anlamsız. Bunlar beşeri tasvirlerdir, sofuların bunun üzerinden vermek istediği mesaj ise hayli sırrlı ve tertemizdir. Bu da benim gönül kanaatim ve kitap hakkındaki kişisel yorumumdur.

Kitaba ulaşabileceğiniz birçok internet sitesi bulunmakta, birkaçının bağlantısını paylaşıyorum

http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=110623

http://www.idefix.com/kitap/nasreddin-hoca-ciltli-pertev-naili-boratav/tanim.asp?sid=NOTO9WFSTH8HLXE5UAWG

En kısa sürede tedarik edip okumanızı önerdiğim, muazzam güzel bir çalışma.


--------------------------------

 [1]: http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/391469.asp
 [2]: http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/391469.asp